İklim krizi bir sonuç ve bununla mücadele tüm devletlerin ortak sorumluluğu. Ancak bu sonucun ortaya çıkmasındaki sorumluluğun aslan payı geçmişin sömürgeci güçleri olan gelişmiş ülkelere ait. Bu nedenle de karbon emisyonu azaltımında başı çekmeleri gerekiyor.

İklim krizi bir sonuç ve bununla mücadele tüm devletlerin ortak sorumluluğu. Ancak bu sonucun ortaya çıkmasındaki sorumluluğun aslan payı geçmişin sömürgeci güçleri olan gelişmiş ülkeler ait. Bu nedenle de karbon emisyonu azaltımında baş çekmeleri gerekiyor

N. Sinan Odabaşı

“…Afrikalı gençlerin de… klimalı evleri ve arabaları olursa… dünya kaynayarak taşacak”

Barack Obama bu sözleri, ABD başkanlığını sürdürdüğü ve Paris Anlaşması için hazırlıkların devam etmekte olduğu bir dönemde, bir grup Afrikalı gencin önünde söylemişti. Hakkını yemeyelim, hemen sonrasında, Afrika’nın ekonomik büyüme sürecinde fosil yakıtların ve bugüne kadar kullanılan diğer yöntemlerin kullanılmaya devam edilmesi ihtimalinde gerçekleşecek bir felaketten bahsettiğini açıklıyordu. Bir başka deyişle, evet, elbette Afrika da gelişme sürecini tamamlamalıydı ancak bu, ‘business as usual’ tanımlamasıyla özetlenen geleneksel yöntemlerle değil, özellikle enerji tüketiminde, küresel karbon emisyonu rakamlarını zıplatmayacak olan yenilenebilir kaynaklara dayanarak gerçekleşmeliydi.

Kalkınma iktisadı alanında son otuz kırk yılda yaşanan en önemli gelişmenin, yaklaşık 800 milyon Çinli’nin (tahminler değişkenlik göstermektedir) aşırı yoksulluk sınırını geçip orta gelir grubuna dahil olmaya başlaması olduğu söylenebilir. Bu ekonomik büyüme Çin’i, kişi başına düşen oranlarda ABD’nin birinciliği devam etse de, en çok karbon salımı yapan ülke haline getirdi. Benzer bir durumun, nüfusu 1,3 milyara yaklaşan, 2050 yılındaki nüfusunun 2 milyarı aşmasına kesin gözüyle bakılan, bu nüfusun yarısından fazlasını gençlerin oluşturduğu Sahraaltı Afrika’da yaşanması, yukarıda Obama’dan yapılan alıntıda da görüldüğü üzere, Batı’da endişelere yol açıyor. Burada geçerken belirtmek gerekir ki, aslında Çin’in karbon emisyon miktarındaki artış esas olarak sanayi üretiminden kaynaklanırken, hane halkı emisyonlarının bu artıştaki payı oldukça sınırlı gözüküyor. Çin’in sanayi üretimi de küresel iş bölümünde üstlenmiş olduğu rolle yakından ilgili. Gelişmiş ülkeler, bir anlamda, karbon emisyonlarını Çin’e ihraç etmiş oluyor. Bu durumda meseleye, ‘herkesin altında araba, herkesin evinde klima var kardeşim’ basitliğiyle yaklaşılamayacağını, hatta böylesi bir yaklaşımın küresel seragazı emisyonlarına katkısı %2 dolayında olan Afrika kıtası nezdinde daha da tuhaf kaçacağını söylemek gerekiyor.

Afrikalılar Endişeli

Bu çelişkiler bir yana, kıtanın yakıcı ihtiyaçları, Afrika’nın gelişme sürecini yenilenebilir kaynaklara dayanarak tamamlamasını zorlaştırıyor. ‘Karbon sıfır’ hedefleriyle ortaya konulan vizyon, bir aşamada fosil yakıtların kullanımının tümden ya da büyük ölçüde bırakılması anlamına ve dolayısıyla, fosil kaynakların birçok sektörün motor gücü olduğu bir üretim sisteminde, oldukça köklü bir dönüşümün yaşanması anlamına gelecek. Glasgow’da düzenlenecek olan COP 26 Zirvesi öncesinde bazı Afrikalı liderleri endişeye sevk edenin de bu dönüşüm olduğu anlaşılıyor. Bu yıl içerisinde birçok gelişmiş ve bağışçı ülke, fosil yakıt kullanımına dayanan bazı yurtdışı projeleri için artık devlet kaynağı ayırmayacağını açıkladı. Bu gelişmeyle birlikte, Dünya Bankası ve diğer kalkınma bankalarının, ‘paydaş’ olarak tabir edilen güçlü yatırımcıların baskısı altında, kömür hatta doğal gaz projelerinden uzak durmaya başladığına dikkat çeken Nijerya Devlet Başkan Yardımcısı Osinbajo, Sahraaltı Afrika için yenilenebilir kaynaklara dönüşümün zorluğuna hatta böylesi bir dönüşümün iklim değişikliğiyle küresel mücadele açısından ihmal edilebilirliğine dikkat çekiyor. Uganda Devlet Başkanı Museveni ise Güney Afrika hariç tüm Sahraaltı bölgesinin enerji tüketimini, doğalgaza dayanarak bir gecede üçe katlaması durumunda bile, bu kullanımın küresel karbon salım değerini ancak binde 6 oranında yükselteceğini ileri sürüyor. Kalkınma ajansları, sivil toplum kuruluşları ve diğer aktörlerden oluşan Batı yardım endüstrisinin kaynaklarını yenilenebilir enerji yatırımlarına boca etmesinden yakınan Museveni, bulutlu veya rüzgarsız günlerde çalışabilmesi için dizel motorlara ve bataryalara ihtiyaç duyan güneş ve rüzgar enerjisi santrallerinin, Afrikalılar için güvenilmez olduğu görüşünde. Ona göre Afrika’nın enerji kaynaklarındaki dönüşüm zamana yayılmalı ve doğal gaz dahil olmak üzere, “daha yeşil” fosil yakıtlar da kullanılmaya devam edilmeli.

Karbon salım miktarlarının azaltılması ve iklim değişikliği koşullarına uyum sağlanması konusunda gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki farklılıklar, aslında BM iklim değişikliği rejimince tanınmış ve bu konudaki uluslararası antlaşmalarda ilke haline getirilmişti. Oldukça uzun ismiyle, devletlerin ortak ancak farklılaştırılmış sorumlulukları ve göreceli kabiliyetleri (common but differentiated responsibilities and respective capabilities) ilkesi, Paris Anlaşması’nda devletlere gelişme seviyelerine göre değişen sorumluluklar tanımlanmış olmasıyla yansımasını bulmakta. İklim değişikliği bir sonuç ve bununla mücadele tüm devletlerin ortak sorumluluğu; ancak bu sonucun ortaya çıkmasındaki sorumluluğun aslan payı geçmişin sömürgeci güçleri olan gelişmiş ülkelere ait. Bununla birlikte, gelişmiş Kuzey ülkelerinin iklim değişikliği koşullarına uyum sağlama (yeşil enerji dönüşümü vb.) kabiliyeti, gelişmekte olan ülkelere göre çok daha yüksek. Bu nedenle de karbon salım oranlarının azaltılmasında başı çekmeleri ve karbon emisyonlarını mutlak olarak azaltmaları beklenmektedir (Paris Anlaşması, m.4/4). Diğer yandan, en az gelişmiş ülkeler ve küçük ada devletlerinin “düşük seragazı emisyonlu büyüme strateji, plan ve eylemlerini özel koşulları çerçevesinde hazırlayarak” iletmesi yeterli görülmektedir (Paris Anlaşması, m.4/6). BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın 8.1 numaralı hedefi de, önemli bir kısmı Sahraaltı Afrika’da yer alan en az gelişmiş ülkelerin asgari %7 oranında yıllık ekonomik büyüme kaydetmesi gerekliliğinin altını çiziyor. Dolayısıyla, bu yazıda atıfta bulunduğum iki Afrikalı yöneticinin eğiliminin, gerek Paris Anlaşması’nda çizilen çerçeveyle gerekse gelişme sürecinin gereklilikleri konusunda devletlerin ilkesel düzeydeki uzlaşmasını yansıtan Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları belgesiyle uyumlu olduğu söylenebilir.

Paris Anlaşması’yla uyumlu olmayan ve iklim değişikliğiyle mücadele çabalarına can alıcı etkide bulunan olguysa, gelişmiş ülkelerin şu ana kadar ilan ettiği Ulusal Katkı Beyanlarına uyumlu politikalar geliştirmemiş olması. COP 26 yaklaşırken uluslararası kuruluşların yayımladığı raporlar da bu gerçeğe dikkat çekiyor. BM Çevre Programı’nın en yeni karbon emisyonları raporu, COVID-19 pandemisi nedeniyle beliren fırsatın büyük ölçüde kaçırıldığını vurguluyor. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin son raporuysa, halihazırda 192 taraf devlet tarafından sunulan Ulusal Katkı Beyanları toplam olarak ele alındığında 2030 yılına kadar tüm seragazı salım miktarının (karbon ve diğer gazlar birlikte), 2019 seviyesinden %16 daha yüksek çıkacağını belirtiyor. BM İklim’in yöneticisi Patricia Espinosa da Paris Anlaşması hedeflerinin tutturulması için taraf devletlerin çabalarını ikiye katlaması gerektiğini hatırlatıyor. Espinosa’nın, biraz da konumu gereği, tüm ülkelere hitap etmesi anlaşılabilir. Ancak bu büyük dönüşümün dünyanın her yerinde ve aynı hızla yaşanmasını beklemek gerçekçi ve hakkaniyetli olmayacaktır. Uluslararası antlaşmalarla kayıt altına alınmış olan, devletlerin farklılaşmış sorumlulukları ve göreceli yeterlilikleri ilkesine ve hem Afrika’da hem de diğer coğrafyalardaki en az gelişmiş ülkelerin ihtiyaçları gözetilmesine sadık kalınmalıdır.

Bu Yazı 03.11.2021 Tarihinde Birgun.net Adresinde Yayınlanmıştır.

Kategoriler